İnsan, yeryüzünün gördüğü en muhteşem, en muazzam ilahi bir sanat eseridir.
Yüce Yaradan Rabb’imiz eserleri arasında asla ayrım yapmaz. Herkes aynı iki insanın neslindendir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve diğer bütün dünya ülkelerinde bizler Yüce Yaradan Rabb’imiz tarafından insan olarak eş değer olarak yeryüzüne gönderilmişiz. Hiçbir kimsenin hiçbir kimseden üstünlüğü yoktur. Bunu çok iyi bilesiniz. Türk’ün Kürt’ten, Kürt’ün Türk’ten, Arap’ın Türk’ten ya da Kürt’ten asla ve asla hiçbir şekilde birbirlerinden üstünlükleri bulunmamaktadır.
Peki bizler özellikle Ortadoğu Halkları olarak neyi paylaşamıyoruz? Neden sürekli olarak toprak kavgası, neden sürekli olarak farklı farklı bölgeler kurma, insanları öldürme, katliamlar yapma, çocukları öldürme gereksinimi kendimiz de duyuyoruz? Neden?
Sizler hiç düşündünüz mü bu kadar sıkılan kurşunlar, atılan bombalar, fırlatılan ve her zaman da fırlatmaya hazır olan füzelerin, tankların koca koca mermileri, havadan gelen topları (havan topu), mayınları, makineli tüfekler mermileri, silahların kocaman kurşunları bu saydıklarımın hepsi kimlere veya hangi mazlum halka zarar verdiğini yahut hedef alındığı kendi kendinize sordunuz mu ?
Havalanan ve sürekli hazırda bekletilen bütün savaş uçaklarının kimlerin üzerine bombalar yağdırıldığını, savaş helikopterlerin kimlerin hayatlarını, hayallerini ve de yaşamlarını yok ettiğini bilir misiniz?
Sadece insanların hayallerini mi, yalnızca doğayı mı, canlı cansız ne varsa hepsini, en başta da Yüce Yaradanın yarattığı en güzel varlığı insanı, verdiği canı hayatı bedeni yakıyorlar, öldürüyorlar, katliamlar yapıyorlar…
Bu kadar saydıklarımın arasında 28 Aralık 2011 yılının akşamında Şırnak’ın Uludere ilçesinde “F-16 savaş uçakları” nın o toprakları bombardımana tutmaları sonucunda 35 İnsanımız, evlatlarımız, kardeşlerimiz hayatlarını kaybetmişlerdi.
sıte copyEvet Arkadaşlar!
Kendi ülkende yaşamak, öldürülmek, baskı altında olmak, zorla asimilasyonlara maruz bırakılmak, zulümler görmek, zalimlikler görmek, hapishanelerde tecavüzlere uğramak, işkenceler görmek sizce de ne kadar doğrudur?
Bizler kendi ülkemizde bir kelebek kadar özgür değilsek, özgürce yaşayamıyorsak, özgürce kendimizi, dilimizi, kültürümüzü ifade edemiyor ve yaşayamıyorsak eğer kim yahut kimler özgürlükten adaletten bahsedebilir ki?
Şöyle ki; Türkiye Cumhuriyeti Devletin de özellikle ve özellikle belirtmek isterim ki şuanda da vardır. Ama 80’li 90’lı yıllar arasında topraklarımızda kan kokusu bitmezdi.
Evet dostlarım, insanlarım, halklarım ve diğer bütün dünya halkları!
Türkiye Cumhuriyeti Ülkesin de bir kelebek kadar özgür olabilmek gerçekten de kolay değildir.
Hepinizin de bildiği bir gerçek vardır. O da özgürlüğe kanat çırpmanın ne kadar zor olduğudur. Neden mi? Çünkü etrafta o kadar çaylaklar, akbabalar ve de leş kargaları vardır ki bunların hepsi de birer düşmandır. Bütün sürüngenler, omurgasızlar, onursuzlar bunlar hepsi birer düşman ordusudur. Bunların arasında böcek milleti de birer düşman grubudurlar.
En önemlisi ve de en tehlikelisi olan karanlıkların efendileri yarasalar da onların birer düşmanlarıdırlar.
Özgürlük isteyenler hayatlarına büyük bir tutkuyla bağlıdırlar. Paylaşmada, üretmede, çalışmada her zaman eşitlik isterler. Mutluluk isterler, adalet isterler, özgürlük isterler. Bunları isteyenlerin de her daim düşmanları çoktur.
Onlar öyle zalim kör sağır dilsiz düşmanlar ki adaletin, yaşamın, özgürlüğün, emeğin, aşkın, umudun ve de hayatın cellatlarıdırlar.
Bunları isteyenler, kozanın içinde bulunduğu karanlığın delinmesini istemeyenlerdir, neden mi, çünkü tırtılın derin uykulardan karanlıktan uyanması demek başkaldırı demektir.
Özgür olmak, kelebek olmak, tırtılın kendi kendisiyle yüzleşmesi, içinde bulunduğu karanlığın farkına varabilmesi, kocaman ışığı görüp fark etmesi, hayatının tamamını dokuyan ve örgüleyen renkleri fark etmesidir.
Özgür olmak, bir kelebek gibi özgür dolaşmak, tırtılın da kendisini sorguya alması, hayata tutkulu bir şekilde bağlanması ve hayatın bütün düşmanlarıyla hesaplaşmasıdır.
Özgür insan başkadır. Mutlu insan başkadır. Onlar ki sevmenin yücelmek olduğunu iyi bilirler. Özgür insan, mutlu insan, baskılara, zulümlere, işkencelere, cinayetlere maruz kalmayan insan sevdikçe genişlerler. Genişlemekte olan yürekleriyle bütün dünya halklarını kucaklarlar. Bütün istedikleri, dünya halklarının kardeşlikleri ve birlikleridir. Tek olmaktır. Ayrım yapmamaktır. Özgürce kendisini ifade edebilmektir.
Özgür insan, baskılara maruz kalmış insan, cinayetlere kurban giden insan, katliamlara maruz kalmış insan, zalimliklere ve asimilasyonlara başkaldıran insan…
Bu insanların idealleri hep yüksekti. Kendi bedenlerini, hayallerine ve ideallerine siper etmeleri de hep bu yüzdendi.
Aniden, ansızın, birdenbire…
Bir gün nereden geleceği belli olmayan hain bir kurşun gelir, onların en derin yüreklerine ve alınlarına saplanır, onlar devrilir düşer lakin onlar ki ölmezler. İdealleri her zaman her yerde her yürekte dimdik ayakta kalır.
Neden mi?
Çünkü onlar, adaletsizlikler, zulümler, kölelikler, işkenceler, katliamlar, çocuk katilleri ve vahşetler var oldukça, bu ideallerinin hiçbir zaman yok olmayacağını ve bu yollarda özgürlükleri, adaletleri için mücadele edenlerin yoluna ışık tutacaklarını bilirler.
Yiğitlik, mertlik, insanlık mücadelesi işte budur.
Bunları bilmek ve bu ideallere siper olabilmektir. Böyle oldukları için, ne kadar uzun yaşadıklarını önemsemezler.
Lakin Roboski de ölen insanlarımızın nasıl yaşadıklarını ve nasıl öldürüldükleri de hepimiz tarafından gayet iyi bir şekilde bilinmektedir.
Yazımı şu son sözlerle noktalamak istiyorum.
Bizler kimiz, bizler ne için yaşıyoruz, bizler neyiz?
O kadar insanı öldürmek için onursuz, korkak, bencil, hain ve şeytan olmak gerekir mi?

“Mehmet KIZILKAYA”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.